Savaş Buldan

Doğum Tarihi: 6.5.1964     Doğum Yeri: Yüksekova / Hakkari
Kaybedildiği Tarih: 3.6.1994     Kaybedildiği Yer: Yeşilyurt Bakırköy / İstanbul

Akıbeti: Gözaltında Kayıp (Özel Harekât Polisi) (Cenazesi bulundu)


 AİHM 4 Haziran 2002 tarihli Kabul edilebilirlik karar duruşmasında; Savaş Buldan bir Kürt iş adamıydı ve Hükümetin Kürt politikalarına karşı dile getirdiği belirgin muhalefetiyle bilinmekteydi. Geçmişte politik faaliyetleri nedeniyle göz altına alınmış ve işkence görmüştü. 3 Haziran 1994 günü saat sabah 4.30 civarında Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Hacı Karay ile birlikte, İstanbul Yeşilyurt’ta bulunan Çınar Hotel’in Kumarhanesinden ayrılıyordu. Ellerinde telsizler olan kurşun geçirmez yelekli ve silahlı 7-8 kişi otelden çıkan 3 kişiye yaklaştılar ve muhtemelen kendilerini polis olarak tanıttılar. Söz konusu 7–8 kişi 40–45 yaşlarında ve takım elbise giyen bir kişi tarafından yönlendirilmekteydi. Söz konusu 3 kişi 3 arabaya zorla bindirildi. Aynı gün saat 05.00 sıralarında kardeşine ne olduğu hakkında bilgilendirildi. Arkadaşları ve ailesi özellikle İstanbul-Ankara otoyolu güzergahı boyunca kaçırılanları aramaya başladı. Arama yapan grubun bir parçası Yedi Göller olarak bilinen bölgeye geldi. Bu yer ulusal bir parktı ve içinde sadece yüksek derece devlet görevlilerine ve güvenlik kuvvetleri mensuplarına açık olan bir atış poligonu vardı. Arama grubunun girişte karşılaştıkları bir bekçi sabah saat 7.30 civarında 3 araba içinde 10 veya 11 kişinin içeriye girdiğini söyledi. Bekçi 3 aracı tarif etti. Bu tarif Çınar Otel deki gözaltına alma olayına şahit olanların anlatımlarıyla uyumluydu. Kardeşinin gözaltına alındığını öğrenen Ailesi hemen bazı milletvekilleri, İstanbul Valisi ve Medya ile irtibat kurdu. Ayrıca Başbakanlık Ofisi de bilgilendirildi. Ailesi ve avukatı yazılı olarak Bakırköy Cumhuriyet Savcılığına başvurdular. Aileye, yetkili makamlar tarafından saat 14.00 sıralarında kaçırılmaya ilişkin bilgi verildi ve Gözaltına alınmadıkları iddia edildi. Savaş Buldan, Adnan Yıldırım ve Hacı Karay’ın cesetleri gözaltına alındıkları yerden 270 Km uzakta olan Bolu iline bağlı Yığılca Köyünde bulundu. Abisi 4 Haziran 1994 tarihinde kardeşini ve onun iki arkadaşını teşhis etmek üzere Bolu Devlet Hastanesine gitti. Her üç kişi silahla öldürülmeden önce işkence görmüşlerdi. Savaş Buldan’ın vücuduna iki başına bir; Adnan Yıldırım’ın başına bir; Hacı Karay’ın vücuduna ve kafasına birer kurşun sıkılmıştı. 9 mm Parabellum tipi dört adet SB Luger marka bir adet WCC marka; beş adet boş kovan üç ayrı tabancadan atılmıştı. Balistik incelemelere göre olayda kullanılan tabancalar daha önce meydana gelen faili meçhul olaylarda kullanılmamıştı. Hastanede yapılan ayrıntılı incelemede her üç cesedin göz etrafında darbeler nedeniyle yırtılmalar oluştuğunu, yine her üçünün bileklerinde, muhtemelen iple bağlanmış olmalarından dolayı,  morluklar oluştuğunu, cesetlerden birisinde burnun kırık olduğu, görüldü. Doktorlar 4 Haziran 1994 günü sabah 2.15’de ölüm sebeplerinin beyin kanaması ve  iç kanama olduğu sonucunu vararak incelemeyi bitirdiler. Doktorlar full otopsi incelemesinin gerekli olmadığı kararını verdiler. Yine tanıklardan birisi tarafından kaçırılma olayında kullanılan arabalardan birisinin full plaka (34 CK 420) diğer ikisinin de ön plaka rakamlarının(34) verilmiş olmasına rağmen soruşturma dosyası içinde arabaların aranmasına yönelik herhangi bir teşebbüsü içeren hiçbir belgenin olmadığını görüldü. 

Ergenekon iddianamesinin 228 nolu ek klasöründe yer alan el yazılı itiraflar, Kürt işadamlarının nasıl öldürüldüklerini gösteriyor. Ergenekon sanığı gazeteci Hikmet Çiçek'ten çıkan ve 'Cavit' isimli biri tarafından el yazısıyla yazılıp Susurluk çetesinin aydınlanması için Başbakanlığa iletilen belgede, faili meçhul cinayetler anlatılıyor.Belgelere göre, MİT raporlarında adı "Cavit” olarak geçen eski bir çete üyesi, Adapazarı’ndaki İşçi Partisi ile irtibata geçerek, Perinçek ve Hasan Yalçın’la görüşmek istediğini söylüyor. Cavit, Ankara’da Perinçek ve Yalçın’la görüşüyor. Görüşmede, bu dönemde yaşananları tek tek anlatıyor. Perinçek’in bilgisayarında, 24 Kasım 1997 ve 1 Aralık 1997 tarihli yazılarda, Kürt işadamlarının cinayetlerine ilişkin bilgiler var.

Çeteye katılmadan önce İstanbul Fikirtepe’de inşaat elektrik malzemesi satan bir dükkan işlettiğini anlatan Cavit, “25 yaşındaydım. TİKP’e gider gelirdim, solcu arkadaşlar vardı” diyor. Cavit, kendisini çeteye “eski solcu avukat Şirin Berk’in” soktuğunu anlatıyor. Tarık Ümit’in avukatı olan Şirin Berk’in aracılığıyla önce İzmir Menteş’te silah eğitimi alan Cavit, 11 gün burada eğitim gördükten sonra Şirin Berk aracılığıyla Tarık Ümit’in yanında çalışmaya başlamış. 2.5 yıl çeteyle beraber hareket ettikten sonra ayrılmış. Cavit, Kürt işadamları Savaş Buldan, Adnan Yıldırım, Hacı Karay, Fevzi Aslan, yeğeni Salih Aslan, Behcet Cantürk ile şoförü Recep Kuzucu'nun infaz edilmesi olayına tanık olduğunu söylüyor.

Cavit isimli kişinin mektubunda yer alan itiraflar şöyle: "Biz susurluk olayına faal olarak karışmış susurlukzedeleriz. Vatan, millet ve T.C'nin bölünmez bütünlüğü için çalışmak amacıyla dürüst bir şekilde resmi zannettiğimiz çeteye karışarak çeşitli faaliyetlerde fiilen bulunduk. Daha sonra bu işlerin yanlış olduğunu anlayıp çeteden ayrıldık. Ama beş parasız ve sabıkalı olarak şimdi hem polisler hem de çete üyelerinden kaçmak zorundayız. Çünkü kişisel faaliyetlere alet edildik. Gerek cinayetler gerekse başka türlü suçlar içerisine itildik. Aile düzenimiz bozuldu. Evimizden çocuklarımızdan ayrıldık. Sayın Başbakan Susurluk olayını çözecekti. İlgili örgütle bağlantısı olanlar veya bilgisi belgesi olanlardan yararlanıp özel bir yasa çıkaracaktı. Ama öyle anlaşılıyor ki bu olayda gönüllü şahitler öldürüldükten sonra yasa çıkacak. Çünkü ciddi şekilde tehdit alıyoruz ve öldürüleceğiz...

1993 sonlarıydı Avukat Şirin Benk beni bir akşam üstü Tarık Ümit'in Cihangir'deki bürosuna getirdi. Orada 'Cavit milli oldun yarın İzmir'e Menteş'e gideceksin. Ben seni üç ay sonra oradan alacağım. Sana T.C sınırları içinde kimse bir şey yapamaz artık. Ne yargı, ne polis. Orada iyi bir öğrenci ol. Beni utandırma. Artık bir fabrikanın ortağısın' dedi ve Tarık Ümit bürodan çıktı. Ben geceyi Şirin Benk'in Ümraniye'deki evinde geçirdim. Sabah 07.30'da buluşmak üzere. Sabah 07.30'da Göztepe kavşağında Şirin'le buluştuk. E-5 karayolunda bir Mercedes marka araba bizi bekliyordu. Arabaya bindik İzmir'e doğru yola koyulduk. Arabayı sonradan tanıdığım Halim Erdoğan kullanıyordu. Şirin yine de 'Burhaniye'den gitmeyelim' dedi. Manisa'dan İzmir'e oradan da Menteş'e gittik. Kampa gittikten sonra nizamiyede Korkut Eken ile görüşeceğimizi söyleyip içeri girdik. Komutanla görüştük. 'Komutan bugün bitti. Pazartesi sabah 09.00'da burada ol' dedi. Tekrar İzmir'e geldik. Sabah taksiyle kampa gittim ve resmi kıyafetleri giyerek eğitime başladım. Sadece silah bomba eğitimi görmedim. On gün çeşitli silahlarla atışlar yaptım. Komutan 'Daha fazla kalma sende temel varmış' dedi ve beni Urla'ya gönderdi. İstanbul'a geldim. O gece Cihangir'deki büroda kaldım. Sabah Tarık Ümit'le konuştu. 'Bravo Cavit beni utandırmadın. Seninle Hollanda, Almanya, Yunanistan oradan da Suriye'ye gideceğiz' dedi ve fotoğraf istedi. Daha sonraki günlerde bir polis kimliği, Nihat Şahinler adına bir ehliyet, Ankara Emniyet Müdürlüğü Mahmut Kara adına üstünde benim fotoğrafım olan bir polis kimliği ve 9 mm çapında Beratta marka tabanca verdi..."

3 Haziran 1994 günü Tarık Ümit bana telefon ederek 'arabayı getir Cavit' dedi. Beyaz şahin marka arabayı alıp söylenen adrese gittim. Orada Muhsin Korman, adamı Hasan Karabekiroğlu, Ayhan Ziya Semih, daha önce görmediğim kişilerle de otelin lobisinde oturuyorlardı. Orada yapılacak operasyonu bilmiyorum. Ancak geç saatlerde Yeşilköy Çınar Otel'e gittik. Muhsin ve ben arabada bekledik. Tarık'la yolda irtibat kuracaktık. Saat 04.30'da Savaş Buldan ve arkadaşları (Adnan Yıldırım ve Hacı Karay) otelden çıktı. Orada bekleyen Yüzbaşı İsmet, Ayhan, Ziya, Semih ve tanımadığım üç kişi 'Dur polis' diyerek onlara doğu yürürken, Savaş Buldan arabasına doğru yürüdü. Ama hemen yakaladılar. Bunları arabalara bindirip yola çıktılar. Sabah öğrendim onlar da ölmüştü. Bundan sonra Tarık Ümit'le çalışmak istemiyordum...

Korkut Eken sık sık büroyu arardı. Benimle görüşüp Tarık'ı sordu. Ben de 'Komutanım Tarık yok. Günlerdir uğramıyor. Ben ayrılmak istiyorum. Onu bekliyorum. Bu adamla çalışmak istemiyorum' dedim. Komutan da bana 'Cavit sen Ankara'ya gel benim işyerime' diyordu. Ben ve Ömür Özçelik Tarık'ın akrabası Ankara'ya gittik. Emniyet Genel Müdürlüğü'nde komutanla görüştük. Bu arada Mehmet Eymür MİT'te göreve getirilmişti. Komutan Tarık'ın yanlış yaptığını, Yeşil'le birlikte olduğunu, yapılan işleri sağda solda anlattığını 'Cavit seni severim. Onu arıyoruz. Siz ordan ayrılın. Bu işleri biliyorsun size bir şey olursa üzülürüm' diyordu. Bu arada Mehmet Ağar'ın koruması olan Ömür Özçelik'in kardeşi Ömer Cicu belindeki tabancayı çıkararak 'onu ben öldüreceğim komutanım sen merak etme' diye konuştu. Komutan 'sen bu işe karışma' dedi. Daha sonra biz Ömür'le ayrıldık. Bürodan şahsi eşyalarımızı alarak Kocamustafapaşa'da tanıdığım bir eve gittik. Böylece büroyu terk ettik. Ara sıra komutanla görüşüyordum telefonla. Bir gün komutan beni görmek istediğini söyledi. Ve görüşme yeri olarak Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nde buluştuk.

Cavit’in anlatımlarında çete ile ilgili ipuçları da var. Çetenin yönetimi “Suça iştirak. İçine alacakları adamı önce suça teşvik ederler, suç işletilerler, sabıkalı yaparlar. Ama sonra da korurlar” diye anlatılıyor. İtiraflarda, çetede çeşitli gruplar olduğu belirtiliyor. Bu gruplar, Tarık Ümit grubu, Ali Yasak grubu, Çatlı grubu diye sıralanırken, grupların sürekli Azerbaycan, Nahçıvan ve Ermenistan’a gidip geldikleri belirtiliyor. Cavit çete darbe yedikten sonra çete üyelerine dağıtılan pasaportların ise Mehmet Ağar tarafından yaptırıldığını söylüyor.

Kürt işadamlarının ölüm listesi için “Liste Ankara’da yapıldı” diyen Cavit cinayetlerin neden Hendek’te gerçekleştirildiği şöyle anlatılıyor: “Korkut Eken’in kayınbiraderi Adapazarı Emniyet Müdürü Tuncay Kalabak, çeteyi koruyordu. Ölümlerin bu bölgede Adaparazı-Sapanca olması bu yüzdendi. Kendi bölgelerinde rahat çalışıyorlardı. Tarık Ümit de Düzceliydi. Tuncay Kalabak bir ara hastalandı. İstanbul’da hastanede yattı. Şu anda nerede bilmiyorum. Bütün bu eylemleri Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu da biliyorlardı. Ama seslerini çıkarmıyorlardı.”

O tarihte İstanbul Emniyet Müdürlüğünde İstihbarat Daire Başkanı olan Hanifi Avcı 7 Şubat 1997 tarihinde 2 cumhuriyet savcısına verdiği ifadede;“Jandarma ve Milli İstihbarat Teşkilatı(MİT) Kürt toplumunun belirli üyeleri tarafından PKK’ye sağlanan maddi yardımlardan ötürü kaygılanmaya başladı. Bu durum 1991 ve 1993 arasındaki PKK faaliyet artışının sorumlusu olarak görüldü. Onlar(Jandarma ve MİT) söz konusu sanıkları suçlayabilecek yeterli delillerinin olmadığını hissettiler ve neticesinde bazı Polis, MİT ve Jandarma yetkilileri  Kürt  toplumunun belirli üyeleriyle mücadelede kullanılacak farklı metotlar hakkında tartışmaya başladılar. Mehmet AĞAR, Emniyet Genel Müdürü, ve Korkut Eken, Özel Kuvvetler Komutanı, (Diğerleri  arasında) tarafından özel bir ekip biçimlendirildi. Bu ekip Özel Harekat üyelerinden ve Yaşar Öz dahil, sivillerden oluşmaktaydı. Bu özel ekibin faaliyetleri MİT üyeleri ve Jandarma İstihbarat Şubesi(JİTEM) tarafından bilinmekteydi. Savaş Buldan ve arkadaşlarının kaçırılması ve öldürülmesi bu tür faaliyetlerden biridir. Bu kişilerin finansal olarak PKK’ye yardım sağladığı tespit edilmişti. Onların kaçırılması ve öldürülmesinde kullanılan  yöntem polis tarafından bilinen mafya veya diğer yer altı organizasyonlarının faaliyetleriyle hiçbir benzerlik taşımıyordu. Savaş Buldan ve arkadaşlarının kaçırılması  sırasında  Polis  kimlik  kartları ve polisiye yöntemler kullanılmıştı, aksi takdirde seyrettikleri güzergahta onları durduracak  olan kontrol noktaları   varken onları kaçırmak ve öldürmek mümkün olamazdı. Bu kontrol  noktaları  boyunca gidebilmek  yalnızca resmi bir unvanı kullanmakla mümkündür”.

 Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayeti davasının avukatı Fethiye Çetin, MİT’in Hrant Dink ve Savaş Buldan’in infaz emrini Kiril alfabesiyle kriptolayarak verdiğine dair bir belgenin ellerinde olduğunu söyledi. Çetin, “16 Mart 2010 günü cep telefonumdan, gizli numaradan arayan ve isminin Ramazan olduğunu söyleyen şahıs, MİT Doğu Anadolu Bölge Başkanlığı’nda kriptografi ve haberleşme şifreleri geliştirme uzmanı olarak çalıştığını, elinde Dink cinayetine ilişkin önemli bir belge olduğunu, Halep’teki Fransız Konsolosluğu’na gitmemiz halinde elindeki belgeyi bize verebileceğini söyledi. Hrant Dink’in ağabeyi Hosrof Dink ile birlikte hemen Dündar ile görüşmeye gidip belgeleri alıp döndük. Ertesi gün Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğu’na gittim, Ramazan Dündar’ı sordum. Şahsın Halep Konsolosluğu’na sığındığını, sonra Lübnan’a gitmek üzere ayrıldığını ve nereye gittiğini bilmediklerini söylediler. Belgeyi aldıktan sonra Kiril alfabesine bakarak kriptoyu çözdük fotokopi belgelerden birinin Hrant’ın; Anka Kuşu yazılı Kripto diğeri ise Savaş Buldan’ın infazı emri ile İlgili bir belgeydi. Ramazan Dündar adlı şahıstan aldığımız iki belgeyi savcılığa teslim ettik. Savcılık bunun üzerine MİT’e yazı yazdı. MİT’ten iki cümlelik bir cezap geldi. O da; ‘Böyle bir şahıs bizde çalışmıyor’ ve ‘Fotokopi olan bu belgeler bize ait değil’ şeklindeydi” dedi. Çetin, Ramazan Dündar’la yaptıkları görüşmeye de kitabında şu şekilde yer verdi: “Evrakın sonunda MİT’in iç yönetmeliği gereği 80-85 kurum içerisinde infaz emridir(...) MİT içerisinde çözülmeler başladı. Kanada istihbarat servisinin (CSİS) bu konuda bilgisi var. MİT ile CSİS arasında bağlayıcılık sözleşmeleri var, ortaya çıkarmıyorlar.”