Zana KAYA - Günay AKSOY / Serdar ENGİN Güncellenme : 18.05.2013 05:22
ÖÇ DEĞİL ADALET İSTİYORUZ!
Bu hafta Kayıplar Haftası. Öcalan’ın Amed Newrozu’nda başlattığı barış sürecini, otuz yıllık savaşta yakınlarını kaybedenler nasıl görüyor. YAKAY-DER Başkanı Velat Demir gazetemize konuştu YÜZLEŞMEYLE BİR ARADA YAŞAM OLUR Kendisi de bir kayıp yakını olan Velat Demir, “750-800 ile 1300 arasında devlet tarafından kaybedilen insan var. Bir de 17500 faili meçhul var” bilgisini verdikten sonra şöyle diyor: Bu yaşananlardan hesap sorulursa, bu utanç duvarı ile yüzleşirlerse biz bir arada yaşamayı başarabiliriz. KAYIPLAR SÖZLEŞMESİ İMZALANMALI Uluslararası mahkemelerde yargılanma durumu ortaya çıkmasın diye devlet maalesef hala Kayıplar Sözleşmesi’ni bile imzalamamış. Sadece Kürtler değil. Dersim’in kayıp kızları da, Kıbrıs’taki kayıplar da, Ermenilerin kayıpları da bu kapsama girecek. Öç değil adalet peşindeyiz.
Kayıp yakınları adaletin terazisi İçinde bulunduğumuz hafta Kayıplar Haftası. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 21 Mart Amed Newrozu’nda başlattığı barış sürecini, otuz yıllık savaşta yakınlarını kaybedenlerin nasıl gördüklerini YAKAY-DER Yönetim Kurulu Başkanı Velat Demir’e sorduk. Velat Demir, aynı zamanda devlet güçleri ve Hizbullah’ın katlettiği Goran Demir, Salih Demir, Kadri Demir, Abdurrahman Demir ve Tahir Demir’in yakını. Demir, barış sürecinden kayıp yakınlarının ne beklediğini ve yaşadıklarını anlattı. Öncelikle derneğiniz hangi koşullarda kuruldu, bahseder misiniz? Geçmişte ülkemizde yetkili ağızlarca ifade edilen düşük yoğunluklu bir çatışma yaşandı. Bu dönemin faturası hepimiz için acı oldu. Çünkü bu dönem kayıplar, faili meçhuller ve yargısız infazlar dönemi olarak anılıyor. Biz kayıp yakınları olarak YAKAY-DER’i 2001 yılında kurduk. Siz neler yaşadınız, nasıl baskılar gördünüz? 1976’da Suriye’den Türkiye’ye geldiğimizde babamın beni okutması için kimlik gerekiyordu. Kimlik çıkartmak için Nüfus Müdürlüğü’ne gittik. Babam ‘Oğlumun ismi Welat’ dedi. Onlar da Welat ismini yazamayacaklarını söylediler. Welat değil Velat ismini yazacaklarını söylediler. Ama maalesef Türkiye’ye ayak basar basmaz adım yasaklandı. Sözün kısası adımın benden çalınmasıyla başladı baskılar. Ailenizden kayıplar olduğu dönem nasıl bir dönemdi? Bizim aile kültürümüz biraz farklıydı. Babam Kürt davasına inanan biriydi. Babamın duruşu çevreye yansıyordu. 88’li yıllara kadar geldik. Amed zindanındaki vahşetten sonra, Kürt hareketinin mücadelesi gelişti. Babam da doğal olarak geldiği siyasi gelenek gereği ortada duramazdı. Babam ve abilerim 88 yıllarında Kürt siyasi hareketinin legal kuruluşlarında yer aldılar. Çalışıyorlardı. 90 yıllara geldiğimizde Kürt siyasi hareketine karşı kurulan Hizbullah ortaya çıktı. Nusaybin’deki Hizbullah üyelerini tanıyordum. Çoğu taş kırma makinalarında, pamuk tarlalarında hatta beraber okul okuduğum insanlardı. Mahallede tetikçilerle birbirimizi tanıyorduk. Atölyemiz vardı. Bir gün abimle birlikte atölye kapısını açtık, baktım bir kağıt parçası, üzerinde kurşun kalemle “Zamanı geldiğinde sana da bir kurşun saklamışız” yazılmış. Abim daha sonra birkaç kez gözaltına alındı. 91-92 yılları karışıktı. Evden çıkamıyorduk. Polisler yine bir gece evi bastılar. Babamı götürüp 20 gün gözaltında tuttular. Babama ‘seni bir daha gördüğümüzde öldüreceğiz’ dediler. Babam baskılardan dolayı Nusaybin’i terk etmek zorunda kaldı. 95 yılında Dargeçit’e gitti. Yine baskılardan dolayı Zonguldak Ereğli’ye gidecekti. Ablam vardı orda. Nusaybin’e döndüm. O da biletini almış gidecekti. Mardin Meydan başı denen bir otobüs durağı vardı. Orada tam otobüse binecekken bir sivil polis babama “amca sen bizim misafirimizsin” deyip götürüyor. 20 gün, Mardin Meydan başında bulunan özel timlerin bir yeri vardı, orada tuttular. İşkence yapmışlardı. Birçok kemiği kırılmış, dişleri dökülmüştü. Elektrik vermişlerdi. Ölmüş diye Kızıltepe ile Nusaybin arasında bulunan İpekyolu’na atıyorlar. Kanlar içindeydi. Diş ve kaburgaları kırılmış bir vaziyette köyün yakınından geçen bir minibüs şoförüne diyor ki “araba bana çarptı”. Korkudan gerçeği söylemiyor. Şoför onu eve bırakamayacağını söyleyerek Nusaybin’de yol üzerinde bırakıyor. Sürüne sürüne eve kadar gidiyor. Kapıyı çalıyor. Ama annem geç olduğu için korkudan kapıyı açamıyor. Oraya giderken kızlar onun yerde yattığını görüyorlar. Eve götürüyorlar. Annem yaralarına merhem sürüyor ancak babamın sağlığı o günden sonra kötüleşmeye başladı. Bir süre sonra da yaşamını yitirdi. Peki abiniz Goran Demir nasıl katledildi? Büyük abimin üzerinde de çok yoğun baskılar vardı. Tehdit mektupları aldıktan sonra Nusaybin’i terk etmek zorunda kaldım. Fevzi Çakmak Polis Karakolu’ndaki polisler, “Artık siz çalışmayacaksınız. PKK’ye mazot depoları yaparak onlara yardımcı oluyorsunuz. Kapatacaksınız” dediler. Biz de mecburen kapatmak zorunda kaldık. Durumumuz kötüydü. Bir yandan Hizbullahçılar diğer taraftan hükümetin baskısı. Dargeçit’e gittim. Bir ay kaldım. Hepimiz evden çıktığımız için abimin durumu kötüydü. Eşi hastaydı. Eşini hastaneye yatırmış. Masraflarını çıkartmak için çalışıyordu. Saat 12 gibi abim çalışırken atölyenin önünde Azad Duman ve iki tetikçi atölyeyi sarıyor. Bir tanesi gözetleyici, bir tanesi de tetikçi, bir tanesi de yakın korumaydı. Tetikçinin silahı tutukluluk yapmış. Yakınındaki koruması kafasına iki-üç mermi sıkıyor. Hastaneye götürüyorlar ancak kan kaybından hayatını kaybediyor. Abinizi öldürenler hakkında bir suç duyurusunda bulundunuz mu? 96’dan 2002 yılına kadar 33 Hizbullahçı tutuklandı Nusaybin’de. Dava sürecinde itiraf ettiler. Müebbetle yargılananlar oldu ancak yaşı küçük olduklarından ve ‘delil yetersizliği’nden çoğu tutuklanmadı. Sadece tetikçiler tutuklu şu an. Davaları 2002 yılında sonuçlandı.
Adımın benden çalınmasıyla başladı herşey
Cinayetlere şahit oldunuz mu? Öldüren de öldürülen de bizim mahalledendi. Tanıyorduk birbirimizi. Yeni yeni Hizbullah’ın temeli atılıyordu Nusaybin’de. Örneğin Seyfettin Oktay’ın eşi hastaneydeydi. Serumu almaya gitmişti. Motorun üstünde elinde serumla gelirken ağzına tabancayı dayadılar, öldürdüler. Birçok şeye şahid oldum. Hizbullahçıların ayrı, JİTEM’in ayrı ayrı öldürdükleri vardı. Çoluk çocuğun içinde öldürüyorlardı. Seyfettin Kaplan pamuk tarlasında çalışıyor. Manisa’ya gidip çapa yapıyordu. Polisler bir gün onun evinin etrafını tuttular. JİTEM’ciler iki tane ambulans getirip evinin etrafını sardılar. Eşini dama çıkarmışlardı. Adama işkence yapıyorlardı. Öldürdükten sonra eşinin yanına gitmesine izin vermişlerdi. Ben de o zaman evimde kalamıyordum. Komşunun evinde ne yaşadıklarını duyuyor ve görüyordum. Komşular mesela ilginç bir durum yani sizin komşunuzda çığlıklar var, o esnada insan hangi duygulara kapılıyor? Şöyle düşünüyordum o zaman, o çığlıkları duyduğum zaman battaniyeyi yüzüme kadar uzatıyordum. Bir de sürekli merdivene bakıyordum. Birisi gelecek aynı şeyi bana da mı yapacak!.. Yani hep o korkuyla bekledim. Kayıp aileleri size hangi beklentiler içinde geliyorlar? Birçok ailenin bize geliş nedeni hakikatin araştırılması ve bunu yapan insanların bir an önce adaletin önüne çıkarılmasıdır. Hiçbir aile benim ekonomik sorunum var, yardımda bulunun ya da travmamız var diye gelmiyor. Sadece ve sadece gerçek katilleri ve arkasındaki sorumluları bulun diyor. Sadece tetikçileri değil ama. Çünkü bütün aileler, ‘bu bir devlet politikasıdır’ diyor. Asıl bunların yargılanmasını istiyor aileleler. Peki aileler kayıplarını ararken ne tür engellerle karşılaşıyor? Aileler savcılıklara başvurduğu zaman evet dilekçeleri alınıyor ama akibetlerini araştırma aşamasına geldiği zaman savcılar da oradaki karakol komutanına ya da emniyet birimine gönderiyor. Emniyet böyle bir vaka yok diyor. Soruşturmaya geldiği zaman sorun çıkartılıyor. Örtpas ediliyor. Bakın 52’ye yakın faili meçhulden bahsediliyor ama Kamil Atak serbest bırakıldı. Dolaşıyor. Bu dönem de bile suçları sabit olanlar bırakılıyorsa 90’lı yıllarda hak hukuk aramayı varın siz düşünün! Öyle bir dönemdi ki kayıpların akibetini arayanlar dahi tehdit ediliyordu
Mahallede biz ve tetikçiler birbirimiz tanıyorduk
Öcalan’ın Newroz’daki çağrısıyla yeni bir süreç başladı. Kayıp yakınlarının bu demokratik çözüm sürecinden beklentileri neler ve ne düşünüyorlar süreç hakkında? Barış kelimesi bizim için gerçekten kutsal. Bu topraklarda çok acı çektik. Biz başkasının acı çekmesini asla ve asla istemiyoruz. Çünkü acı çeken insan başkasının acı çekmesini kesinlikle istemez. Onun için biz bu süreci çok önemsiyoruz. Bizim için kutsaldır kanın durması. Ama ne kadar barışı önemsiyorsak ve değer veriyorsak bir o kadar da geçmişte yaşananlarla yüzleşilmesini de istiyoruz. Bu vahşetler yazılmadı, çizilmedi, hiçbirisinin hesabı sorulmadı. 90’lı yıllarda yaşananları unutalım, unutturalım, hesap sormayalım ama bu hukuksuzları yapan insanlar Bodrum’da, Kuşadası’nda belediye başkanı, birçoğu görev başında! Eşitlik temelinde yaşayabilmemiz için bu insanların yargılanması gerekir. Kayıp aileleri bu ülkenin vicdanı. Bu vicdanla uzlaşılmazsa yara daha da katmerleşecek. Ama biz hakikatler komisyonlarına ve yüzleşmeye öc alma duygusu ile de kesinlikle yaklaşmıyoruz. Çünkü yıllardır biz barış istedik. Biz hükümetin somut adım atmasını bekliyoruz. Kozmik odalarda kimin nerede nasıl öldürüldüğünün, kimin toplu mezarlara konulduğunun haritası hepsi onlarda. Toplam kayıp ne kadar? 80’li yıllardan 96’ya kadar resmi bir liste yok. Çünkü çeşitli engeler vardı; bir de STK’ler birbirinden kopuktu. Herkes kaybediliyordu... Ama kayıpların 800’le 1300 arasında olduğunu düşünüyoruz. Yaptığımız saha çalışmalarında aldığımız bilgiler 750-800 ile 1300 arasında olduğunu gösteriyor. Bir de 17500 faili meçhul var. Faili meçhuller daha da fazladır. Sadece Nusaybin’de 1000’e yakın insan öldürülmüş. Sırf Nusaybin’de! Mesela Şemsettin Kaplan’ı JİTEM öldürdü. Ali Aldır’ı JİTEM öldürdü aynı akşam. Yani aynı akşam üç-dört kişi öldürüldü. Hizbullah’ın öldürdükleri 200’e yakın. JİTEM’in öldürdüğü var, korucuların öldürdüğü var, kontrgerillenin öldürdükleri var. Kayıplar hakkında bir bilgi ya da hafıza merkezi var mı? Yok maalesef. Çünkü STK’ların ekonomik durumu belli, yani her yere de ulaşamıyoruz. Mesela dünya örneklerine baktığımızda, Arjantin, İspanya, Fas’ta bu tür yerlerde devlet yardım ediyor. Veri tabanı oluşturuyor, deposunu oluşturuyor ama Türkiye’de devlet maalesef hala Kayıplar Sözleşmesi’ni bile imzalamamış. Bu önemli; çünkü imzaladığı zaman bu kayıpları devlet mecburi ortaya çıkartacak, hukuki anlamda hiçbir engel olmayacak. Bununla ilgili uluslararası mahkemelerde yargılanma durumu ortaya çıkabilecek. Dersim’in kayıp kızları da, Kıbrıs’taki kayıplar da, Ermenilerin kayıpları da bu kapsama girecek. Ondan dolayı imzalamıyor. Bu durumda veri tabanı oluşması da zor. Bu çalışmayı aileler üzerinden yürütemiyor musunuz? Yeni başladık. Şu an Silopi’den tutalım Edirne’ye kadar Marmara, İzmir, Denizli, Turgutlu, Manisa, Akdeniz her yerde yeni bir çalışmamız başladı ve dökümantasyon oluşturmayı hedefliyoruz.
Amcam Tahir’i de vurdular Hizbullah mensupları ilk olarak 1993’de amcam Tahir Demir’i öldürdüler. 1933 doğumlu amcam Tahir Demir, 3 Mart 1993 günü alışveriş yapmak üzere evinden çıkmıştı. Lozan caddesinden Şirin sokağa yürürken, Mele Osman camisinden çıkan ve ellerinde silah bulunan iki kişi†arkadan yaklaşarak ‘Allahüekber’ diye tekbir getirerek ateş ettiler. Amcam Tahir Demir, kafasına ve vücudunun çeşitli yerlerine isabet eden kurşunlarla olay yerinde hayatını kaybetti.
Mücadelemiz yeni başlıyor Hakikatlerin ortaya çıkarılması için bir kampanya sürdürüyorsunuz. Hakikatlerin ortaya çıkarılması ve helalleşmenin sağlanabilmesi için kayıp yakınlarına bir çağrınız olacak mı? Çok güzel bir konuya değindiniz aslında. Söyleyeceğim şu: Bizim mücadelemiz yeni başlıyor. Sadece kayıplar, faili meçhuller ve yargısız infazlar için değil, Kürt coğrafyasında 80’li yıllardan bugüne kadar onbinlerce insan işkenceden geçirilmiş, sakat kalmış. Halen silahlı saldırı sonucu bedeninde mermilerle dolaşan arkadaşlarımız var. Bunların hepisinin bir an önce bize başvurup dökümantasyonunun çıkarılması gerekir. Kimin elinde ne varsa görsel, yazınsal hatta kendileri de başvurabilir. Bunları dosya haline getirip bir veri tabanı oluşturup önlerine koyabilmeliyiz. Herkes kendi hikayesini anlatacak. Dosya haline getirecek, bize, akil insanlara ve diğer yerlere verecek. Biz Sayın Öcalan’ın İmralı’da verdiği yaşam perspektifini böyle doldurabiliriz. Kürdistan halkı bilinçli, otuz senedir bu mücadelenin içinde. Onun için bu dönemde herkes kenetlenmeli, geçmişte yaşanan hukuksuzlukları ortaya koymalı. Ailelere çağrımız budur. Demokratik bir şekilde taleplerini ve hikayelerini dile getirsinler. Kayıp yakınları bu ülkenin adalet terazisidir. Bu yaşananlardan hesap sorulursa, bu utanç duvarı ile yüzleşirlerse biz bir arada yaşamayı başarabiliriz. Umutluyuz, umudumuz var. Çünkü biz önderliğimize, Kürt siyasi hareketinin liderine güveniyoruz. Sadece bir lider değil aynı zamanda yeni bir yaşamın mimarıdır bizim açımızdan. Biz kayıp yakınları da bundan dolayı bu süreci çok önemsiyoruz, çok destekliyoruz ve en önde de biz olacağız; tıpkı eskiden olduğu gibi.