velat DEMİR
Güncellenme: 30.12.2013 07.42
Bu sene İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 65’inci yıldönümünü geride bıraktık. Ve bu yıl da yine insan hakları açısından vahim bir tablo ile karşı karşıyayız. “İleri demokrasi” katlediyor, tutukluyor, işkence ediyor, adalet ise sadece susuyor... Son olarak Gever’de yaşanan vahşet, insan hakları açısından nasıl bir ülkede yaşadığımızın en açık göstergesi olmuştur. “Bizim zamanımızda faili meçhul cinayet yaşanmadı” diyerek övünen hükümete soruyoruz: Veysel ve Mehmet Reşit İşbilir’i sokak ortasında katledenleri yakalayıp cezalandırdınız mı? Gezi direnişi boyunca öldürdüğünüz onca gencin katillerini ortaya çıkarıp cezalandırdınız mı? Yoksa övgüler düzüp terfi mi ettirdiniz? Bu cinayetleri işleyen zihniyetin 90’lı yıllarda, özellikle Kürdistan’da yoğun olarak yaşanmış ve bugüne dek karanlıkta bırakılmış faili meçhul cinayetleri işleyen zihniyetten farkı nedir? Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin imzalanmasından 65 yıl sonra en ağır insan hakkı ihlallerini işlemeye hala devam eden Türkiye devletinde yaşayan bizler bu vahim tablo karşısında bu yıl da insan hakları ve adalet talebimizi haykırmaya devam ettik ve ediyoruz. Şüphesiz bu süreçte toplumsallaşmış kolektif bir hareketin birçok getirisi oldu. Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın başlatmış olduğu barış süreci, insan hakları ve adalet için de bir ilk adım, bizler için büyük bir umut oldu. Onun paradigmasından yola çıkarak aynı zamanda barış sürecinin hem siyasi hem de toplumsal köprüsünü inşa etmeye çalıştık. Halbuki, kayıp yakınları olarak ciddiyet ve umutla yaklaştığımız bu süreçte maalesef hükümetten beklediğimiz tavrı göremedik. Akil İnsanlar Heyeti’ne sunmuş olduğumuz raporda yer alan taleplerimiz karşılanmış değildir, dahası duyulmamıştır. Devlet yetkilileri bugün hala sanki bu ülkede 17.500 faili meçhul cinayet yaşanmamış, bu cinayetlerin onlarcası yüzünden Türkiye AİHM tarafından mahkûm edilmemiş, 300’e yakın toplu mezar yokmuş ve faili meçhul vakaların aydınlatılması noktasında sorumluların cezalandırılması sorumluluğu üzerlerinde değilmiş gibi davranıyor. Bugün “Faili meçhul cinayetleri aydınlatıyoruz, kazılar yapıyoruz” diyerek övünebilmeleri, buna karşın siyasi bir yaptırımın uygulanmaması samimiyetsizliklerinin en açık ifadesidir. Zira daha önceki yıllarda olduğu gibi 2013 yılında da, sayısı yaklaşık 17.500 olduğu tahmin edilen faili meçhul cinayetten bir tanesi bile aydınlatılmış değildir. Büyük mücadeleler sonucu açılabilmiş olan birkaç dava ve soruşturmada, önemli gelişmelere olanak sağlayabilecek ilgili dosyaların birleştirilmesi gibi usuller mahkeme heyetlerince reddedilmekte, başka davalarda yargılanan ya da tanıklık edenlerin faili meçhul cinayetler hakkında verdiği ve verebileceği önemli bilgiler göz ardı edilmekte, kısacası yargı gerçek adalet beklentisi yaratacak bir tavır sergilememektedir. Hükümetin ‘başarıları’ arasında sık sık adı geçen kazılar ise çoğu zaman tesadüfen bulunan kemiklerin örtbas edilememesi sonucu veya ailelerin uzun hukuki uğraşları sonucunda devletin yapmak zorunda kaldığı kazılardır. Bu kazıların uzman bir bilirkişi ekibi tarafından yürütülmesi ve uluslararası standartlar çerçevesinde gözetilmesi gerekirken ilkel yöntemler kullanılarak kepçelerle çukur açıldığına bizzat şahit olmaktayız. Bütün teknik özensizliklere rağmen, kazılarda çıkan kemikler DNA testleri sonucunda kayıplarla eşleşmektedir. Burada kullanılacak bilimsel ve teknolojik yöntemler faili meçhul cinayetleri gerçekten aydınlatmak isteyen bir devletin siyasi devamlılığını sağlayabilmesi için de faydalanabileceği çok önemli araçlardır. Bir devlet, zoraki ve delil karartan kazılarla, sanıkları cezalandırmayacağı göstermelik davalarla faili meçhul cinayetleri aydınlatamaz. Bu olsa olsa faili meçhul cinayetlerin üstünü örtmek anlamına gelir. Gerçek adaleti ilke edinmiş bir devlet vakaların her birine azami ciddiyetle yaklaşmalı, sorumluları ortaya çıkararak en ağır biçimde cezalandırmalıdır. Göstermelik birkaç dava ile bizi oyalayabileceklerini, diğer binlerce kayıp insanımızı unutturabileceklerini zannedenler gaflet içindedir. Kürt halkı, katlettiğiniz bütün evlatlarının ve bütün diğer halkların evlatlarının hesabını soracaktır. Her bir faili meçhul cinayet aydınlatılana dek, en üst düzeye kadar bütün sorumlular en ağır şekilde cezalandırılıncaya dek, kana buladığınız toprağımızda kemik kalmayana, her bir kaybımızın mezarı olana dek bizler adalet talebimizi hiç durmadan her mecrada, her platformda haykıracak, çığlıklarımızı duymayan ikiyüzlülüğünüzü ifşa edeceğiz. Burada bir nokta üzerinde durmakta fayda var: 90’lı yılların faili meçhul cinayetleri günümüzde Kürt halkına daha farklı biçimlerde yaşatılıyor. Veysel ve Mehmet İşbilir’in katledilmeleri ve daha öncesinde yaşanmış benzer olaylar faillerin daha açık ama devletçe korunur bir statüye eriştiğinin en net ifadesidir. Başka bir ifadeyle, faili meçhul cinayetler bu hükümet devrinde konsept değiştirerek devam ediyor. Mücadelemiz kaybettiğimiz canların anısının nihayet barış ve adaletin yeşerdiği topraklarda Yargısız infazların, kayıtlı veya kayıtsız kaybedilmelerin bir daha yaşanmaması ve toplumsal adalet içinde ‘kutlayacağımız’ günler içindir.
*Yakay-Der Yön. Kur. Başkanı
http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=93368&haberBaslik=Bizim%20zaman%C4%B1m%C4%B1zda%20faili%20me%C3%A7hul%20cinayet%20ya%C5%9Fanmad%C4%B1!&action=haber_detay&module=nuce