özgür-gündem
Güncellenme : 12.12.2014 10:36
Devletlerin otoriter tutumlarının hüküm sürdüğü birçok ülkede zorla kaybetmeler, faili meçhul cinayetler gibi toplumun paradigmalarını büyük oranda değiştiren olaylar yaşandı. Mağdur edilen insanlar hiçbir şekilde hukuki olarak bir hak talep edemiyordu. Burada Türkiye tarihine baktığımızda özellikle 1980 ile 2000'lere kadar işlenen faili meçhul cinayetler, kayıplar, zorla kaybetmeler gibi olayların zirvede olduğu bir dönemle karşı karşıyayız. Askerin, polisin, paramiliter kuvvetlerin katlettiği insanlar bir zamanlar hukuki sürece dahil bile olamıyorlardı. Çünkü adalete başvurma, faili ortaya çıkarma girişimi de bir ölüm gerekçesi sayılıyordu. Bu durum bir şekilde en net haliyle 2007-2008'e kadar sürdü. İç hukuk yolları tükenmiş, mağdur aileler uluslararası hukuka sığınmışlardı. İnsan hakları kendi topraklarında tehdit altındaydı.
Fakat Geçiş Dönemi Adaletiyle birlikte savaştan barışa ya da otoriter yönetimden demokrasiye geçiş amaçlanmıştır. Böylece devletle toplumun kaynaştırılması, devlete olan güvenin pekiştirilmesi amaçlanmıştır. Türkiye'de, son yıllarda, geçiş döneminde adalete ilişkin uluslararası tecrübelere ve literatüre yönelik artan bir ilgi gözlemlenmektedir. Akademisyenler, sivil toplum kuruluşları ve hatta siyasi partiler, Türkiye toplumunun yakın tarihi ile yüzleşmesi ve hesaplaşması için, hakikat komisyonları, ceza yargılamaları, resmi özür ve kamusal anma gibi geçiş döneminde adaletin çeşitli unsurlarına ilişkin kamuoyu oluşturmaya çalışmaktalar. Büyük çoğunluğu Türkiye’nin yakın tarihine ve özellikle Kürtlere karşı işlenen ağır insan hakları ihlallerine odaklanan bu araştırma ve girişimler, bazı cezaevlerinin müzeye dönüştürülmesi, faili meçhul cinayetler ve kayıplara ilişkin bir hakikat komisyonu kurulması gibi önerilerin ilk kez Türkiye kamuoyunda tartışılmasını sağlamışlardır.
Zorla kaybetme suçları ve devlet dışı aktörlerin cezalandırılması
Zorla kaybetme suçlarının yaygın olduğu Türkiye’de 90'larda devlet tarafından paramiliter olmaya zorlanan bazı Kürt vatandaşlar, bunu reddettikleri için devlet tarafından kaybedildi, köyleri yakıldı, yakınları tehdit edildi. Demokrasiyle yönetildiği iddia edilen Türkiye’de Kürtlerin siyasete dahil olması, Kürtçe gazetelerin basılması, insan haklarını savunması onların zorla kaybedilmelerinin en büyük nedeniydi. Burada başını Kürtlerin çektiği olaylarda Ermeniler, Süryaniler, gayrimüslimler de çoğunlukla devletin şiddetine maruz kalmış, bazen soykırıma tabi tutulmuş, bazen katledilmiş, bazen de kaybedilmişlerdir. Türkiye'de 80'lerden sonra 1500 ila 2000 arasında kişinin zorla kaybedildiğini söylemek mümkündür.
Zorla kaybetmelerin bu kadar fazla olduğu Türkiye'de failler ile devlet yönetimi arasında birebir bağlantının resmi olarak kurulamamış olması cinayetleri ve kayıpları münferit olaylar haline getirmiştir. Dolayısıyla devletin politikalarının mahkum edilmediği, cezaların sürekli zaman aşımına uğradığı bir durumla karşı karşıya kalınmıştır. Yani, zorla kaybetme suçunun iç hukukta yer almaması, sorunun başlıca kaynağı haline gelmiştir. Bu sebeple de devlet dışı aktörlerin cezalandırılması çok da fazla mümkün olmamıştır. Gerçeği öğrenmek için, adalet için, çalmadığımız kapı, gitmediğimiz merci kalmadı. Şimdiye kadar bir sonuç alamadık.
İnsan hakları ihlallerinin en ağır biçimi olan zorla insan kaybetme olaylarını, failli meçhul bırakılan cinayetleri en etkin şekilde soruşturmak, faillerini tespit etmek ve yargı önüne çıkarmak, gerçekleri açıklamak devletin en temel görevidir.
Türkiye toplumunun ihtiyacı beraber yaşamayı kalıcı hale getirmektir. Çatışmalı ortam nedeniyle oluşan tahribatın onarımının amaçlanması önemlidir. Bunun için de pozitif barış anlayışının gereği olarak barış sürecinin ahlaki, hukuki, siyasi, psikolojik boyutuyla ele alınmasını gerektirmektedir. Bu barış süreci için gerekli olan toplumsal dönüşümün sağlanması anlamına geliyor. Bu da barışın içselleştirilmesi, herkesin tatmin edilerek yeni çatışma tohumlarının olmaması anlamına geliyor. Özelikle çatışmalardan doğrudan etkilenen kesimlerin ihtiyaçlarının öğrenilmesi, taleplerinin dinlenmesi, etkilemeden dolayı oluşan yaralarının sarılmasını gerektirir. Onlardan uzaklaşmak değil, onların yaraların sarılması amacı samimi bir şekilde ortaya konuldukça güçlü barışın oluşacağının bilinmesi gereklidir.
Velat Demir* /*Yakay-Der Yön. Kur. Başkanı
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=123078&haberBaslik=T%C3%BCrkiye%27nin%20adalet%20terazisi%20k%C4%B1r%C4%B1k%20%20%20&categoryName=Forum&categoryID=8&action=haber_detay&module=nuce