Akıbeti: Gözaltında Kayıp (Özel Harekât Polisi) (Cenazesi bulundu)
Cinayetten bir hafta önce Behçet Cantürk’ün Selamiçeşme’deki ofisi polisler tarafından basıldı. Cantürk ve çalışanları Yeldeğirmeni Polis Karakolu’na götürüldü. karakolda yaklaşık iki saat tutulan Cantürk ve çalışanları serbest bırakıldı. Bu gözaltı olayının ardından Behçet Cantürk, 14 Ocak 1994 Cuma günü akşam saat 19.00’da Selamiçeşme’de bulunan işyerinden çıkıp Erenköy’e doğru giderken, gelen esrarengiz bir telefonla Fenerbahçe Orduevi’nin önüne gitti. Burada cinayetten sonra hazırlanan tutanaklara göre Cantürk iki yabancı araçla birlikte polis yeleği giymiş kişilerce Sapanca’ya götürülerek, şoförü Recep Kuzucu ile birlikte öldürüldü. Cesetler sabah saatlerinde yapılan bir ihbar sonucu bulundu. Cinayeti çözecek telefon kaydı hiçbir zaman mahkemeye gönderilmedi. Cinayetin ardından ortaya atılan iddialara göre Cantürk’ü, dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan ve Susurluk kazasında Abdullah Çatlı ile birlikte hayatını kaybeden Hüseyin Kocadağ, Fenerbahçe Orduevi’nin önüne çağırdı. Cinayetin ardından mahkeme Cantürk’ün, aracında bulunan telefonundan yaptığı konuşmaları Türk Telekom’dan istedi. Ancak mahkemeye sadece 13 ocak tarihine kadar yapılan telefon görüşmeleri gönderdi.
Ergenekon iddianamesinin 228 nolu ek klasöründe yer alan el yazılı itiraflar, Kürt işadamlarının nasıl öldürüldüklerini gösteriyor. Ergenekon sanığı gazeteci Hikmet Çiçek'ten çıkan ve 'Cavit' isimli biri tarafından el yazısıyla yazılıp Susurluk çetesinin aydınlanması için Başbakanlığa iletilen belgede, faili meçhul cinayetler anlatılıyor. Belgelere göre, MİT raporlarında adı "Cavit” olarak geçen eski bir çete üyesi, Adapazarı’ndaki İşçi Partisi ile irtibata geçerek, Perinçek ve Hasan Yalçın’la görüşmek istediğini söylüyor. Cavit, Ankara’da Perinçek ve Yalçın’la görüşüyor. Görüşmede, bu dönemde yaşananları tek tek anlatıyor. Perinçek’in bilgisayarında, 24 Kasım 1997 ve 1 Aralık 1997 tarihli yazılarda, Kürt iş adamlarının cinayetlerine ilişkin bilgiler var.
Çeteye katılmadan önce İstanbul Fikirtepe’de inşaat elektrik malzemesi satan bir dükkan işlettiğini anlatan Cavit, “25 yaşındaydım. TİKP’e gider gelirdim, solcu arkadaşlar vardı” diyor. Cavit, kendisini çeteye “eski solcu avukat Şirin Berk’in” soktuğunu anlatıyor. Tarık Ümit’in avukatı olan Şirin Berk’in aracılığıyla önce İzmir Menteş’te silah eğitimi alan Cavit, 11 gün burada eğitim gördükten sonra Şirin Berk aracılığıyla Tarık Ümit’in yanında çalışmaya başlamış. 2.5 yıl çeteyle beraber hareket ettikten sonra ayrılmış. Cavit, Kürt iş adamları Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, Fevzi Aslan, yeğeni Salih Aslan, Behçet Cantürk ile şoförü Recep Kuzucu'nun infaz edilmesi olayına tanık olduğunu söylüyor.
Cavit isimli kişinin mektubunda yer alan itiraflar şöyle: "Biz susurluk olayına faal olarak karışmış susurlukzedeleriz. Vatan, millet ve T.C'nin bölünmez bütünlüğü için çalışmak amacıyla dürüst bir şekilde resmi zannettiğimiz çeteye karışarak çeşitli faaliyetlerde fiilen bulunduk. Daha sonra bu işlerin yanlış olduğunu anlayıp çeteden ayrıldık. Ama beş parasız ve sabıkalı olarak şimdi hem polisler hem de çete üyelerinden kaçmak zorundayız. Çünkü kişisel faaliyetlere alet edildik. Gerek cinayetler gerekse başka türlü suçlar içerisine itildik. Aile düzenimiz bozuldu. Evimizden çocuklarımızdan ayrıldık. Sayın Başbakan Susurluk olayını çözecekti. İlgili örgütle bağlantısı olanlar veya bilgisi belgesi olanlardan yararlanıp özel bir yasa çıkaracaktı. Ama öyle anlaşılıyor ki bu olayda gönüllü şahitler öldürüldükten sonra yasa çıkacak. Çünkü ciddi şekilde tehdit alıyoruz ve öldürüleceğiz...
1993 sonlarıydı Avukat Şirin Benk beni bir akşamüstü Tarık Ümit'in Cihangir'deki bürosuna getirdi. Orada 'Cavit milli oldun yarın İzmir'e Menteş'e gideceksin. Ben seni üç ay sonra oradan alacağım. Sana T.C sınırları içinde kimse bir şey yapamaz artık. Ne yargı, ne polis. Orada iyi bir öğrenci ol. Beni utandırma. Artık bir fabrikanın ortağısın' dedi ve Tarık Ümit bürodan çıktı. Ben geceyi Şirin Benk'in Ümraniye'deki evinde geçirdim. Sabah 07.30'da buluşmak üzere. Sabah 07.30'da Göztepe kavşağında Şirin'le buluştuk. E-5 karayolunda bir Mercedes marka araba bizi bekliyordu. Arabaya bindik İzmir'e doğru yola koyulduk. Arabayı sonradan tanıdığım Halim Erdoğan kullanıyordu. Şirin yine de 'Burhaniye'den gitmeyelim' dedi. Manisa'dan İzmir'e oradan da Menteş'e gittik. Kampa gittikten sonra nizamiyede Korkut Eken ile görüşeceğimizi söyleyip içeri girdik. Komutanla görüştük. 'Komutan bugün bitti. Pazartesi sabah 09.00'da burada ol' dedi. Tekrar İzmir'e geldik. Sabah taksiyle kampa gittim ve resmi kıyafetleri giyerek eğitime başladım. Sadece silah bomba eğitimi görmedim. On gün çeşitli silahlarla atışlar yaptım. Komutan 'Daha fazla kalma sende temel varmış' dedi ve beni Urla'ya gönderdi. İstanbul'a geldim. O gece Cihangir'deki büroda kaldım. Sabah Tarık Ümit'le konuştu. 'Bravo Cavit beni utandırmadın. Seninle Hollanda, Almanya, Yunanistan oradan da Suriye'ye gideceğiz' dedi ve fotoğraf istedi. Daha sonraki günlerde bir polis kimliği, Nihat Şahinler adına bir ehliyet, Ankara Emniyet Müdürlüğü Mahmut Kara adına üstünde benim fotoğrafım olan bir polis kimliği ve 9 mm çapında Beratta marka tabanca verdi..."
Tarih 14 Ocak 1994. Behçet Cantürk'ün alınması için gerekli hazırlıkları tamamlamak Tarık Ümit, Nurettin Güven, Muhsin Korman, Ömür Özçelik, Ayhan Ziya Semih ile C'yi Cihangir'deki Ümtaş Gentaş adlı şirketlerin ofisinde toplanması için adı geçen şahısları bir araya topladı. Kapılar kapandı. Telefonlara hiç cevap verilmeden infaz konuşulmaya başladı. Nurettin Güven, Behçet Cantürk'ü kendisinin alabileceğini ifade ederek 'bu işin tereyağından kıl çeker gibi olacağına teminat verebilirim' dedi. C.'ye Tarık Ümit'in Kızıltoprak'taki evinde beklemesi için görevlendirildi. Ömür Özçelik'de büroda kalması, Ayhan Ziya Semih ve Nurettin Güven telefonla sürekli irtibat halinde olacaklardı. Ve ben bürodan ayrıldım. Eve gittim. Tarık Ümit de 15-20 dakika sonra geldi. Arabayı eve bıraktı. O da gitti. Ben 23.30'a kadar bekledim. Sonra Tarık Ümit geldi. Bana 'Tamam bu iş bitti Cavit. Bir kahve içelim. Sen büroya git' dedi. O sırada telefonu alıp Ankara'yı aradı. 'Abiciğim tamam çocukları da yolladım' dedi. Sonra 'Ne demek kesin. Tamam. Ben bunların şoförlerine acıyorum. Ama ne yapalım bu iş bitti ağabeyciğim. Ne demek benim başka abim var mı? Yok, abiciğim bir kuruş yok pezevenkte. Yemin ederim hiç çıkmadı' Sonra kahve içip ayrıldım. Büroya geldim. Sabah gazetelerde Cantürk ile şoförünün Sabanca yakınlarında öldürüldüğü yazılıyordu. Saat 10.00'da Tarık Ümit, sonra da Muhsin Korman geldi. Bir süre konuştuk. Cantürk'ün cenazesinde polisin Nurettin Güven'i aldığını duyduk...
Korkut Eken sık sık büroyu arardı. Benimle görüşüp Tarık'ı sordu. Ben de 'Komutanım Tarık yok. Günlerdir uğramıyor. Ben ayrılmak istiyorum. Onu bekliyorum. Bu adamla çalışmak istemiyorum' dedim. Komutan da bana 'Cavit sen Ankara'ya gel benim işyerime' diyordu. Ben ve Ömür Özçelik Tarık'ın akrabası Ankara'ya gittik. Emniyet Genel Müdürlüğü'nde komutanla görüştük. Bu arada Mehmet Eymür MİT'te göreve getirilmişti. Komutan Tarık'ın yanlış yaptığını, Yeşil'le birlikte olduğunu, yapılan işleri sağda solda anlattığını 'Cavit seni severim. Onu arıyoruz. Siz ordan ayrılın. Bu işleri biliyorsun size bir şey olursa üzülürüm' diyordu. Bu arada Mehmet Ağar'ın koruması olan Ömür Özçelik'in kardeşi Ömer Cicu belindeki tabancayı çıkararak 'onu ben öldüreceğim komutanım sen merak etme' diye konuştu. Komutan 'sen bu işe karışma' dedi. Daha sonra biz Ömer'le ayrıldık. Bürodan şahsi eşyalarımızı alarak Kocamustafapaşa'da tanıdığım bir eve gittik. Böylece büroyu terk ettik. Ara sıra komutanla görüşüyordum telefonla. Bir gün komutan beni görmek istediğini söyledi. Ve görüşme yeri olarak Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'nde buluştuk.
Cavit’in anlatımlarında çete ile ilgili ipuçları da var. Çetenin yönetimi “Suça iştirak. İçine alacakları adamı önce suça teşvik ederler, suç işletilerler, sabıkalı yaparlar. Ama sonra da korurlar” diye anlatılıyor. İtiraflarda, çetede çeşitli gruplar olduğu belirtiliyor. Bu gruplar, Tarık Ümit grubu, Ali Yasak grubu, Çatlı grubu diye sıralanırken, grupların sürekli Azerbaycan, Nahçıvan ve Ermenistan’a gidip geldikleri belirtiliyor. Cavit çete darbe yedikten sonra çete üyelerine dağıtılan pasaportların ise Mehmet Ağar tarafından yaptırıldığını söylüyor.
Kürt işadamlarının ölüm listesi için “Liste Ankara’da yapıldı” diyen Cavit cinayetlerin neden Hendek’te gerçekleştirildiği şöyle anlatılıyor: “Korkut Eken’in kayınbiraderi Adapazarı Emniyet Müdürü Tuncay Kalabak, çeteyi koruyordu. Ölümlerin bu bölgede Adaparazı-Sapanca olması bu yüzdendi. Kendi bölgelerinde rahat çalışıyorlardı. Tarık Ümit de Düzceliydi. Tuncay Kalabak bir ara hastalandı. İstanbul’da hastanede yattı. Şu anda nerede bilmiyorum. Bütün bu eylemleri Necdet Menzir, Hayri Kozakçıoğlu da biliyorlardı. Ama seslerini çıkarmıyorlardı.”
O tarihte İstanbul Emniyet Müdürlüğünde İstihbarat Daire Başkanı olan Hanifi Avcı 7 Şubat 1997 tarihinde 2 cumhuriyet savcısına verdiği ifadede;“Jandarma ve Milli İstihbarat Teşkilatı(MİT) Kürt toplumunun belirli üyeleri tarafından PKK’ye sağlanan maddi yardımlardan ötürü kaygılanmaya başladı. Bu durum 1991 ve 1993 arasındaki PKK faaliyet artışının sorumlusu olarak görüldü. Onlar(Jandarma ve MİT) söz konusu sanıkları suçlayabilecek yeterli delillerinin olmadığını hissettiler ve neticesinde bazı Polis, MİT ve Jandarma yetkilileri Kürt toplumunun belirli üyeleriyle mücadelede kullanılacak farklı metotlar hakkında tartışmaya başladılar. Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürü, ve Korkut Eken, Özel Kuvvetler Komutanı, (Diğerleri arasında) tarafından özel bir ekip biçimlendirildi. Bu ekip Özel Harekat üyelerinden ve Yaşar Öz dahil, sivillerden oluşmaktaydı. Bu özel ekibin faaliyetleri MİT üyeleri ve Jandarma İstihbarat Şubesi(JİTEM) tarafından bilinmekteydi. Savaş Buldan ve arkadaşlarının kaçırılması ve öldürülmesi bu tür faaliyetlerden biridir. Bu kişilerin finansal olarak PKK’ye yardım sağladığı tespit edilmişti. Onların kaçırılması ve öldürülmesinde kullanılan yöntem polis tarafından bilinen mafya veya diğer yer altı organizasyonlarının faaliyetleriyle hiçbir benzerlik taşımıyordu. Savaş Buldan ve arkadaşlarının kaçırılması sırasında Polis kimlik kartları ve polisiye yöntemler kullanılmıştı, aksi takdirde seyrettikleri güzergahta onları durduracak olan kontrol noktaları varken onları kaçırmak ve öldürmek mümkün olamazdı. Bu kontrol noktaları boyunca gidebilmek yalnızca resmi bir unvanı kullanmakla mümkündür”.