Akıbeti: Yargısız İnfaz (Asker)
Olay tarihinden birkaç ay önce ailesi korucu olmadıkları için köylerinden zorla göç ettirilir. Nüfus kaydına göre 11, gerçekte 13 yaşında olan Fatma Erkan, Dedesi ve ninesiyle birlikte Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Sitê (Çalpınar) köyündeki teyzesinin evine gider. 14 Ekim 1995 günü köyde gerilla olduğu ihbarı alan asker ve özel harekât timleri akşam saatlerinde köyün etrafını sarar. Askerler köyün ve gerillaların bulunduğu evin etrafını sardıktan sonra hiçbir ikazda bulunmadan PKK’lileri yaylım ateşine tutar. Açılan ateşe karşılık bile veremeyen 2 PKK’li olay yerinde yaşamını yitirirken, Fatma Erkan da kurşunların hedefi olur. İddialara göre, çatışma olmamasına rağmen bir askerin de yaşamını yitirdiği belirtilen çatışmadan ancak bir gün sonra dönemin Midyat Cumhuriyet Savcısı Atilla Cengiz olay yerine gider. Hazırladığı “Olay yeri tespit ve otopsi tutanağı”nda köyün tam ortasında açık bir şekilde meydana gelen infazı “çatışma” olarak niteleyen savcı Atilla Cengiz, hazırladığı tutanağın devamında, “Örgüt mensubu” olarak tanımladığı Erkan’ın bir otuz santimetre boylarında 45 kilo ağırlığında 13-14 yaşlarında kumral saçlı buğday tenli, kahverengi gözlü bakire, tam teşekkül bir kız çocuk cesedi olduğu görüldü. Üst kısmında açık kahverengi gömlek olduğu onun altında beyaz renk iç çamaşırı olduğu, alt kısmında karışık renkli etek, pembe eşofman olduğu, ayaklarının çıplak olduğu, her iki ayağının yanında da terlik olduğu görüldü…” Bizzat savcının altına imza attığı ve zorlama bir “Örgüt mensubu”nun yaratılmak istendiği açıkça anlaşılan tutanakta en dikkat çeken kısım ise, Erkan’a ait cenazenin yanında bulunan 10 adet G-3 piyade tüfeğine ait boş kovan oldu. Erkan ailesi “korku” nedeniyle kız çocuğunun cenazesini dahi kaldıramaz ve uzun yıllar suskun kalırlar. Bu olaya ilişkin tek kayıt, yaşanan olaydan sonra savcılığın olay yeri tespit ve otopsi tutanağı ile Midyat Cumhuriyet Savcılığı’nın olay günü bir askerin ölmesi üzerine ‘terör örgütü’ aleyhine açtığı ve görevsizlikle Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne gönderdiği soruşturma evrakı. 2009 yılında aileye Fatma Erkan adına düzenlenmiş seçmen kâğıdı gelince aileyi bir telaş sarar. Fukaralığın getirdiği bir reflekstir bu. Resmi ve hukuksal anlamda bir sorun yaşamamak için kızlarının öldüğünü bir şekilde ispatlamaları gerekir, yani ölümünü devletin kayıtlarına düşmeleri icap eder. Ama Fatma’nın öldüğüne dair hiçbir kayıt yoktur. Kimliği de kaybedilmiştir. Telaşla savcılığa başvuran baba, aslında devletin kayıtlarında da böylesi bir durumun olmadığını görür. Ona yol gösteren birileri, ispatın ancak -eğer mezarı biliniyorsa- yapılacak bir DNA testi sonucu yapılabileceğini söylerler. Çünkü yaşanan olaydan sonra baba o köye bir daha gidememiştir. Üç cenaze de köylüler tarafından köy mezarlığında gömülmüş. Bir yıl içerisinde olayın yaşandığı köyün büyük bölümü boşaltılmış. Akrabaların her biri bir tarafa göç etmiş, olayı anımsayana veya anımsamak isteyene de rastlamak mümkün olmamış. 2010 yılında savcılığın talimatı üzerine Fatma’nın bulunduğu mezar açılır ve birkaç kemik parçası alınarak, Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı’na gönderilir. Adli Tıp Kurumu’nun DNA incelemesi sonucu kemiklerin Fatma Erkan’a ait olduğu belgelenir. İnsan hakları örgütlerinin kayıtlarına ise yeni bir toplu mezar ve yeni bir yargısız infaz vakası geçti. Devletin “terörist” dediği, savcının çocukluğunu tarif ettiği, ailenin sahip çıkamadığı ve insanlık için bir ayrıntı olan bir çocuk ve iki gerilla Midyat’ın Çalpınar (Sitê) köyünde yan yana bir toplu mezarda yatmakta. Savcılığın soruşturma dosyasının arasında çıkan Küçük Fatma’ya ait 2 fotoğraf. Vücuduna saplanan kurşunlarla yere yığılmış, tüm masumiyetiyle yatmakta Fatma. Başka bir ayrıntı var fotoğrafta, Tıpkı yıllar sonra Uğur Kaymaz’ın yanına iliştirdikleri gibi askerler tarafından yanına iliştirildiği her halinden belli bir kalaşnikof silah…